özgür düşünce platformu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

özgür düşünce platformu

özgür düşüncelerin konuştuğu & tabuların yıkıldığı platforum
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi:

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ehli tevhid
Admin
Admin
ehli tevhid


Mesaj Sayısı : 115
Yaş : 35
Nerden : konya
Kişisel mesaj : Direnişlerle Gelir Özgürlüğüm
Kayıt tarihi : 12/04/08

Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi: Empty
MesajKonu: Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi:   Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi: Icon_minitimeSalı Haz. 17, 2008 6:49 am

Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi:

Kemalizm = Halka Rağmen, Halk Adına, Halk İçin!

Kemalizm/******çülük çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin başat ve resmi ideolojisi olmuştur. Tek-Parti döneminde, ardından Milli Şef dönemlerinde temel esas ve program olarak karşımıza çıkmaktadır. 1935 yılında yayınlanan Cumhuriyet Halk Partisi Programı'nda en güçlü ifadesini bulan Kemalizm bu dönemde öztürkçecilik politikasının etkisiyle Kamalizm şeklinde belirmiştir. 1982 Anayasasında yer alan bir çok kanun gereği devlet ve siyaset ideolojisi olmuştur.

Kemalizm veya ******çülük her dönemde ayrı bir kimliğe, ayrı bir kılığa büründürülmüştür. M. Kemal sağlığında farklı, öldükten sonra farklı, hatta hayatının çeşitli bölümlerinde bile farklı algılanan bir kimlik olarak karşımızda durmaktadır. Günümüzde herkes kendi ******'ünü ortaya çıkardı. Kimisi "sosyalist" bir ****** ortaya çıkardı, kimisi "milliyetçi" bir ******... kimisi ******'ü dindarlaştırırken, kimisi ateistleştirdi, kimi de Alevileştirdi. Kimisi militarist ve jakoben, tepeden inmeci bir diktatör, bonapartist bir ****** ortaya çıkarırken, bir diğeri liberalleştirdi, demokratlaştırdı. Bazısı toplumcu yaptı, bazısı bireyci yaptı.

Geçmişte Şevket Süreyya, Ağaoğlu, Rıza Nur, İsmet Paşa, Fethi Okyar, Hamdi Başar, Alaettin Cemil, Recep Peker, Yakup Kadri, Peyami Safa, Vâlâ Nurettin, Yunus Nadi, Sadri Etem bugün Demirel, Erbakan, Altan Öymen, Doğu Perinçek, Devlet Bahçeli, Ecevit, Şükrü Karatepe, Naim Hoca, Adnan Hoca, İlhan Selçuk, Nadir Nadi, Matild Manukyan, bilumum sanatçılar, şarkıcılar, futbolcular, masonlar herkes kendini ******çü olarak tanımlamakta. Türkiye'de yıllardan beri ******çülük, adı altında bir oyun, bir komik dram oynanmaktadır. Bu fikir kargaşasının en başta gelen sebebi ****** devrim ve reformlarının ideolojisinin bizzat Mustafa Kemal tarafından dahi izah edilmemiş ve ideolojisi kurulmamış olmasındandır.

Şimdi hep birlikte bakalım Mustafa Kemal (******) nasıl biridir, sistemi yöntemi nasıldır. Örnek almış olduğu müferreh toplumlara, batıya ne kadar benzemiştir, sistemini benzetmiştir. Hep ileri sürüldüğü gibi demokrasinini hüküm sürdüğü, çağdaş demokrat laik bir ülkemidir Kemalistlerin ülkesi...

“Aydını olmayan, filozofu; gazetecisi olan, asker zihniyeti ile yürütülen bir hareket”1 olan “Kemalizm, pozitivist bir dünya görüşünü Müslüman* bir topluma cebir yoluyla benimsetme ideolojisidir. İdeolojilerin birer dünya görüşünden çok, birer siyasi strateji olduğunu kabul edersek, Kemalizm ‘modernlik’ denen temel dünya görüşü ile başa çıkmada devletin topluma mutlak hakim kılınmasıdır. Bu teşebbüse ‘Cumhuriyet’ adının takılmış olması Türk Tarihinin büyük paradokslarından biridir. Cumhuru sindirmeye azmeden cumhuriyet!”2 Cumhuru sindirmeye azmeden yönetim biçimlerine genel olarak diktatörlük denmektedir. “Modern diktatörlüklerle geçmişin bütün tiranları arasındaki temel farklılık, terörün artık öncelikle muhalifleri korkutmanın ve yok etmenin bir aracı değil, tamamen boyun eğmiş halk kitlelerini yönetmenin daimi aygıtı olarak kullanılmasında yatmaktadır”3

Kemalist yönetimin bir diktatörlük olup-olmadığı da bu topraklarda zaman zaman tartışılmıştır. Bu tartışma ortamını oluşturanlar genelde bu ideolojiyi tamamen reddeden ve yerini bir başka ideolojiyle doldurmaya muvaffak olamayan ya da alternatif devrimci-inkarcı tavır içerisinde olan, Türkiye’de şeriatçı yahut anarşist-komünist olarak nitelenen kimselerdir. Bu hususta özelde Mustafa Kemal’in genelde tüm Kemalistlerin sözleri ya da yaptıkları açıklayıcı ve bağlayıcıdır.
Kurduğu sistemi anlatırken, M. Kemal Paşa, 1 Aralık 1921’de ‘bu hükümet kitaplarda adı geçenlerden hangisidir?’ yollu bir soruya: ‘Efendiler bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir...Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz!”4 diyerek bir anlamda ‘Alaturka Düzen’ anlayışını ve daha sonra Orhan Erkanlı tarafından ‘Askeri Demokrasi’ adını alan bu Türke has yönetim biçimini ortaya koyuyordu.

"Bir Fransız gazeteci, Türkiye’nin bir sarhoş, bir sağır ve üç yüz sağır-dilsiz tarafından yönetildiğini yazmıştı. Mustafa Kemal, ‘Yanlış’ diye cevap verdi, ‘Türkiye’yi yalnız bir tek sarhoş idare eder.”5 “1930 yılının ortaları M. Kemal: ‘Bugünkü manzara aşağı-yukarı bir dictature manzarasıdır...(ve) Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir.”6 demektedir...

Cumhuriyet devrimlerinin “tepeden inmeci” ve “halka rağmen” karakterini bizzat Mustafa Kemal ******’ten dinlemek daha açıklayıcı olacaktır: “Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bu çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lazım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince, inkılabı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız...Kan ile yapılan inkılaplar daha sağlam olur, kansız inkılap ebedileştirilemez. Fakat biz inkılaba erişmek için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin dahilinde de döküldü. Temenniye değer ki, bu dökülen kanlar kafi gelsin ve bundan sonra kanlar dökülmesin.”7

Mustafa Kemal’i böyle konuşmaya iten sebepleri anlamamıza katkıda bulunacak bir pasaj da şunlar aktarılmaktadır, bir kitabın yasaklı olmayan ve yayınlanabilir izni olan bölümünde:

“...Onu (M. Kemal), askeri tehlikeyi savuşturmak için geçici olarak diktatör yapmışlardı. Muzaffer kumandanın sürekli diktatöre dönüşmesine izin vermemekte kararlıydılar.

Onlara karşı hazırlıklıydı. Bir akşam her zamanki sakin tavrı içinde Halide Edip ona dedi ki:

Barıştan sonra dinleneceksiniz Paşam; çok zor bir mücadeleden çıktınız.
Dinlenmek mi, ne dinlenmesi? dedi M. Kemal yırtıcı bir tavırla. Yunanlılardan sonra birbirimizle dövüşeceğiz; birbirimizi yiyeceğiz.
Bu, gerçekten gerekiyor mu?
Muhaliflerime ne buyurulur? diye bağırdı Mustafa Kemal. Gözlerini kızgın olduğu zamanlardaki gibi kısmış, bakışlarına meşum bir parıltı yerleşmişti. Onları halka linç ettireceğim. Hayır! Dinlenmeyeceğiz. Birbirimizi öldüreceğiz diye sesine devam etti, sesi hafiflemişti. Dahası, bu mücadele sona erdiği zaman, her şey çok sıkıcı olacak. Yeni bir heyecan bulmamız gerekecek.” 8 Bu alıntıyı doğrulayacak bir pasaj da Halide Edip "1922 Ağustos'unun son günlerinde cephe karargahında, Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğünü ve bu görüşmede İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak) Paşaların da hazır bulunduğunu anlatır. Adıvar'ın anlattığına göre, Mustafa Kemal, bu görüşmede Meclis'teki muhalefetten hoşnutsuzluğunu dile getirmiş, İkinci Grup'tan birkaç mebusun adını vererek 'onların halk tarafından linç edilmeye layık olduklarını' söylemiş ve 'savaş bitince durumun çok sıkıntılı olacağını' belirtmiştir."9

Bir başka yazar Lewis Thomas da aynı konuyu şu sözlerle işlemiştir: “Mustafa Kemal iş başına geldiğinde, bırakınız geniş köylü kitlesini, kentlerde oturan halkın büyük kesiminin bile siyasal yaşama katılma konusunda pek geleneği yoktu. ******, partisinin örgütlenmesi konusunda ön saftaydı, Partisinin tartışılmaz Başkanıydı; Meclise girecek milletvekilleri konusunda söz ve yetki sahibiydi. Bütün bunlar O’na bir bakıma ‘diktatör’ dedirtecek özelliklerdi. Ancak 20. yüzyılın ilk yarısında diktatörler ve diktatörler vardı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının inkılaplar ve kurdukları tek parti sistemi aracılığıyla gelecekte her bakımdan sağlıklı bir şekilde işleyen bir cumhuriyet rejimi amaçladıkları, bu idealizmi taşıdıkları hiç yadsınabilir mi? 1930 yılında bir muhalefet partisi kurmayı başaran Mustafa Kemal kendisinin ‘diktatörlüğünü’ sona erdirme girişiminde bulundu.”10

Bir başka örnekte ise şu şekilde geçmektedir: “Amerikalı bir kadın gazeteci, Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal ******’le bir görüşmede bulunmakta ve sürekli olarak ‘diktatör’ kelimesi üzerinde durmaktadır. ******, bir aralık şu yanıtı verir: ‘Evet, diktatör, diktatör ama kalplere girerek hükmeden bir diktatör...”
Takrir-i Sükun Kanunu'nun çıkmasının ertesinde 'Mustafa Kemal başka bir çıkış yolu görmediği için tiranlaştı' diyen bir yabancı bir tarihçi, acıklı bir güldürü niteliğinde saydığı bu dava hakkında şu yargıya varıyor: 'Türkiye'nin doğru yola girmek için bir süre bir diktatöre ihtiyacı olduğu iddia edilebilirdi. Fakat, tarihinin bir dönemini kirleten bu gibi kişisel öç alma eylemlerine gereksinimi yoktu. Mustafa Kemal burada en kötü sultanlardan bazılarının yöntemlerine dönmüştü.' 11

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulma aşamasında iken, Mustafa Kemal'in monarşisine bir tepki olarak içerisinde 'cumhuriyet' kelimesinin de yer aldığı bir muhalefet partisinin kurulması düşünülmüştür. Amaç hem monarşiyi eleştirmek hem de daha demokratik bir yapıya geçerek halkın desteğini alabilmekti. Halk Fırkasının köktenci kanadı tarafından bu girişim, tahammül edilemez bir durum olarak yorumlanmış ve bundan dolayı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17.11.1924) kurulmadan bir hafta önce Recep Peker tarafından yapılan bir öneriyle Halk Fırkası adına cumhuriyet eklendi. (10.11.1924)12 Yaklaşık bir ay sonra Mustafa Kemal'in The Times muhabiri Mc Cartney ile yapmış olduğu mülakatta (11.12.1924); The Times muhabirinin, M. Kemal'e muhalefetin Mustafa Kemal yönetimini 'istibdat' olarak yorumladığını sorması üzerine Mustafa Kemal şöyle cevap verir:

"Bir başka nokta daha var. Muhalefet kişisel istibdada karşı olduğunu söylüyor. Böyle bir ifade, böyle bir istibdadın var olduğunu ima etmekte. Fakat programları, böyle bir istibdadı nasıl ortadan kaldıracaklarını gösterecek hiçbir hususu içermemektedir. Kişisel olarak ben, böyle bir istibdadın var olduğuna inanmıyorum. Ancak, bu istibdat var olsa bile, bu yalnızca hakimiyet-i milliye ile Halk Fırkası'nın temel ilkelerini korumak için vardır." 13

Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Falih Rıfkı Atay gördüklerini-yaşadıklarını değerlendirmesinde bu meseleyi irdeliyor. “****** diktatör müydü? Rejimine bakarsanız evet!”14 Ardından da Mustafa Kemal'in aslında devrinin diktatörlerini pek takdir etmediğinden onlara pek iltifat etmediğinden bahsediyor. Kemalist yönetim biçimini değerlendiren Ş.Süreyya, Kemalist yönetim biçiminin neden demokratik olmadığını ve Mustafa Kemal'in nasıl diktatör olmadığını izah eder: "Demokrasi, bir inkılap nizamı değildir. İnkılap nizamı, azınlığın iradesinin, çoğunluğun iradesine, inkılabın zaruretleri yönünde, cebir ve zor yoluyla hakim oluşudur. Eğer inkılap, henüz son sözünü söylememişse, onun fırtınalar içinde girişilecek, XIX. yüzyıl tipinde bir demokrasi çabası, hiçbir başarı vadetmez."15 "******, bir Diktatör değildi. Ama otoritesi mutlaktı. Onun kayıtsız şartsız otoritesi altında çok partili bir rejim, acaba yürüyebilir miydi? Elbette ki hayır...

Çünkü mutlak otorite, bölünmez bir bütündür. Bu tek ve mutlak otorite altında yöneltilebileceği sanılan iki parti, bu Tek Adam'ın, iradesini, iki zıt istikamette işletebilmesi demekti. Bu, hem otorite bütünlüğünün, hem insan tabiatının dışında kalan bir hal olurdu." Kemalist yönetim biçimini elinden geldiğince açıklamaya çalışır: "...bu Meclis, bu Parti, bu seçim, öyle bir Tek Parti idaresiydi ki, bu idarede yalnız o Tek Partinin değil, hatta Meclisinde, Devletin de işleyişine, onların kuruluşuna Önder olan Tek Adam'ın iradesi, ister istemez damgasını vuruyordu. Hatta denilebilir ki bu Tek Adam, yalnız Devleti kurmakla kalmamış, kendi iktidarını da, gene kendisi yaratmıştı." 16

Fahrettin Altay`ın “Görüp Geçirdikleri”nden: ''... 1937 yılında Ocak ayında İstanbul'a gelen ******, beni Park Otel'e çağırttı, gittiğimde kendisini sıkıntılı bir halde buldum, biraz da terli idi. İç salona geçtikten sonra, balkona çıktı; sert rüzgârın karşısına, göğsünü vermişti. Saçları rüzgârdan uçuşuyor ve o dalgın dalgın, Marmara'yı seyrediyordu. mutlaka kafasını kurcalayan bir şey vardı. Üşütmesinden korktuğum için,
'- ... hava çok sert, soğuk alırsınız, içeri buyurun!' dediğim vakit; gene o dalgın hali ile döndü ve bir masaya oturduk. Bir şeyler söyleyeceğini bekliyordum ki dudaklarından şu cümleler döküldü:
''- ... paşa biliyor musun, ben cumhurbaşkanlığını bırakıp, hatay'a çete reisi olacağım!..''
bunları söylerken, sıkıntılı hali devam ediyordu; benim gülümsediğimi görünce:
''- ... ne gülüyorsun?''.
''- ... efendim, siz Türkiye'nin çete reisisiniz; Hatay'ın çete reisi bir teğmen olur..''
''- ... varsa öyle bir teğmen, ver bana!''
''- ... emredersiniz! bütün teğmenler emrinize hazırdır; yalnız bir dakika müsaade ediniz, Hatay'a komşu olan II. ordu komutanı arkadaşım İzzettin Çalışlar'dan izin alayım...''
birdenbire durdu, yeni aklına gelmiş gibi:
''- ... ha doğru, onu unuttuk!'' dedi. hemen arkasından yâveri Celâl'i çağırttı, İzzettin Çalışlar'ın telefonla bulunarak, Eskişehir'e hemen gelmesini emrediyordu. O sırada açılan kapıdan Yunus Nadi merhum içeri girince, ona da ilk sözü:
''- ... sen ne dersin bu Hatay işine?'' oldu ve Yunus Nadi merhum da şu cevabı verdi:
''- ... paşam, senin bu işte blöf yapmadığına büyük devletler kaani olunca, Hatay senindir!''
''- ... aferin be! işte seni bunun için severim, iç bir kadeh!''
******'ün sıkıntılı hali geçmiş, neşeli bir hal almıştı. Bu sırada trenin hazır olduğu bildirildi ve kalktı (...) sonradan öğreniyordum ki o gün Ankara ile birçok telefon muhâberesi olmuş, onları Eskişehir'e davet etmiş, sıkıntısı bundanmış!..'' 17

İkinci İnönü Savaşları sırasında Bursa'dan geriye doğru göçen ve içinde subay ve ailelerinin bulunduğu bir kafileye rastlanır. Milli Şef İsmet İnönü şöyle diyor hatıratında(Ulus, 17 Mayıs 1968): “Kafileyi durdurdum. Subayları bir kenara topladım. İçinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz. Bundan başka, subay olarak da yerinizi bilmelisiniz. Padişah düşmanınızdır. Yedi düvel düşmanınızdır. Bana bakın, dedim. Kimse işitmesin millet düşmanınızdır!" 18

.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://miger.yetkin-forum.com
ehli tevhid
Admin
Admin
ehli tevhid


Mesaj Sayısı : 115
Yaş : 35
Nerden : konya
Kişisel mesaj : Direnişlerle Gelir Özgürlüğüm
Kayıt tarihi : 12/04/08

Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi: Empty
MesajKonu: Geri: Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi:   Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi: Icon_minitimeSalı Haz. 17, 2008 6:50 am

Millete düşman oluşu Ş. Süreyya şöyle yorumlamaktadır: “****** devri; Tek Şef, Tek Parti ve Otoriter Hükümet nizamıydı...’Halka rağmen fakat halk için bir idare’ idi. ‘İnkılap’ ise, ‘azınlığın iradesinin, çoğunluğa hakim olması’ demekti. “Azlık, fakat öncü bir inkılapçı kadro, halkın istemediği, yahut düşünmediği, fakat halkın yararına olan icraatı, cebir ve zor yolu ile, yani halka rağmen, fakat halk için kabul ettirir. Mesela cumhuriyetin kabulü veya hilafetin kaldırılması, halkın şapka giymesi vesaire gibi...” 19 Türkiye Cumhuriyeti’nin millete yani halka bakışında onun yanlışı ve doğruyu ayırt edemeyeceği endişesi de öne çıkan bir özellik olarak belirmektedir. Bu nedenle inkılapların yapılmasında kararlar Meclis’ten ‘halka rağmen halk için’ anlayışı çerçevesinde çıkacaktır. “Millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemiş ve tecrübe edilmemiş gelişi güzel zevat”a görevin bırakılması düşünülemez. Görev devlet işlerini bilen şahıslar tarafından ifa edilmek zorundadır. 20
Bazı yazarlar İstiklal Mahkemelerinde idam edilenlerin Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerden daha fazla olduğunu ileri sürüyorlar. Bu açıdan İstiklal Mahkemeleri’nde idam edilen insanların sayısını bilmek epey faydalı olurdu. “Şark İstiklal Mahkemesinde Savcı Süreyya Beyle tartışırken, üyelerden Lütfi Müfit Beyin ‘Bizim belli, milli amacımız vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız’ demesi egemen anlayışı yansıtmaktadır.” 21

Kimin neyi, ne kadar, ne zaman öğreneceğine yapacağına, karar verme tekeline sahip olma çabası içerisinde olan bu kesim dayatmalarını aralıksız sürdürmektedir. Ankara’nın tek parti dönemi valisi Nevzat Tandoğan’ın komünizm propagandası yaptıkları iddiasıyla yakalanan gençlere, “Size ne oluyor, bu memlekete komünizmi getirmek lazımsa onu da biz yaparız” demesi meşhurdur.

“Dönemin ünlü gazetecilerinden olan ve bir süre Matbuat ve Neşriyat Umum Müdürlüğü yapan Zekeriya (Sertel)’in ‘neden mebuslar tayinle işbaşına getiriliyor?’ sorusuna M. Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı Mazhar Müfid (Kansu) şu cevabı veriyor: ‘Siz ne zannediyorsunuz? Bu halka seçim hakkı tanırsak, Meclise kimler girer biliyor musunuz? Hacılar, hocalar, şeyhler...’ 1930larda dönemin ünlü gazeteci ve yazarı Falih Rıfkı Atay da Cumhuriyetin neden demokratik olamayacağını şöyle ifade etmektedir: ‘Türkiye’de demokrasi, hoca ve mürteci saltanatı demektir!.’ 22 Kadro Hareketi içinde yer almış Şevket Süreyya Aydemir, ‘halka rağmen halk için’ felsefesinin çarpıcı bir tanımını yapar:

“Kadro hareketi, hakikaten halka rağmen halk için bir harekettir...Biz daima klasik demokrasiye karşı mücadele verdik...Niçin halka rağmen halk içiniz? Çünkü inkılap, bir azınlığın iradesinin, bir çoğunluğun iradesine tahakkümüdür. Bu, aynen Türk kurtuluş hareketinin prensiplerinde bir madde teşkil eder. Demokratik ülkelerde bütünleşme olmaz, ancak tezatlar belirir. Çünkü sosyal gruplar genişler. Bugün Türkiye’de olan budur.” 23

Bir dönem başbakanlıkta yapmış olan Recep Peker halk istese de istemese de halkı uygarlaştırmanın gerekliliğine inanmaktadır. Ve hatta Recep Peker’e göre yeni yasal egemenlik halka rağmen halka iyilik etmenin yasal yoludur. Tâ başta egemenliklerine yasal bir temel kazandıran seçkinler, böylelikle kitleleri, onlara rağmen de olsa onlar adına konuşma ve onlar için hareket etme olanağını (ya da yasallığını) keşfederler.“İnkılapları yapmak için çok kere zor kullanmak lazımdır. Saydığım anlamda bir değişiklik yapılırken mukavemet ve irtica unsurları, yerine göre elinde silahla veya cebinde kitapla, kafasında eskiye alınmış somurtkanlık, dilinde iğfal ve tehevvürle gelip karşımıza dikilir. Bunları vurup devirmedikçe inkılabı yapmanın ve hatta uzun devirler korumanın imkanı yoktur (...) Türk inkılabı en ziyade zor kullanmayı gerektiren bir hususiyet gösterir. 24

Günümüzde aydın diye ortalıkta dolaşan, gazete köşelerini işgal edenler de bu kanaate sahiptirler. Halka rağmen, halk adına, halka iyilik! Şevket Süreyya "İnkılapçılar için söz konusu olan halkın temayülleri istikametinde kanunlar çıkarmaktan çok halkın hayrına olanları halka rağmen, halk için halka getirmek" şeklinde tespit etmiştir hakikati.

Eskiden hızlı Marksist, bugün kokuşmuş bir kapitalizmin savunucusu durumunda olan sosyal demokrat bir baş yazar açık yüreklilikle, değil sosyalist ve sosyal demokratların, rejimin kendisinin bile halkçılıktan anladığı ile çağdaş demokratlık arasında ortak bağlar olmadığını açıkça yazıyor, adeta itiraf ediyor:

“****** bir halkçıydı. Ama bir demokrat değildi. Adına ‘çağdaş uygarlık düzeyi’ dediği hedefe ulaşmak için yaptığı devrimler ve özünde ‘laisizm’in bulunduğu düzen, çoğunluğa danışılarak yaratılmamıştı. Demokrasi Türkiye için yeni bir olgudur. Çok partili demokrasiye girdiğimiz günden beridir pek çok kriz yaşadıysak, bunun özünde, çoğunluğun iradesi ile ******çü toplum modeli arasındaki çelişkilerin varlığı daima rol oynamıştır. Örneğin bugün eğer çoğunluk istese ve bu da anayasal kurallar çerçevesinde yapılmış bir seçim ya da referandum sonucu ile ortaya çıkarsa, Türkiye’de İslami Cumhuriyet kurmak mümkün olabilir mi?” 25

Bugün eğer toplumda aydınlar olarak tanımlanan kimseler arasında bir anket yapılsaydı ve onlara Türkiye’nin demokrasiye mi yoksa laikliğe mi ihtiyacı vardır diye sorulsaydı. Öyle sanıyorum ki laiklik demokrasiye galebe çalardı. Bu aydınlar, bu soruya hep bir ağızdan şu cevabı verecektirler. Laiklik korunmalıdır. Bunun için şeriatçilere, gericilere demokrasi olmaz! Türkiye’nin en büyük sorunu irticadır! İslam’la olan bu kavga (irtica ile mücadele tarihi) 1870’lerde başlamıştı. Bugün İslamlıktan utanan ve Türkiye’nin A.B.’ne girememesini İslamlığa bağlayan aydınlar, bürokrat-Cumhuriyet aydını geleneğini devam ettirmişlerdir.

Kazım Karabekir anlatıyor: “...Mevcut azadan Tevfik Rüştü Bey; ‘Ben kanaatımı Meclis kürsüsünden de haykırırım, kimseden korkmam’ dedi. Ben ne konuştuklarını bilmediğim için sordum:
-‘Nedir o kanaat?’
Tevfik Rüştü Bey’in solunda ve benim hemen karşımda oturan Mahmut Esat Bey (Bozkurt) sert bir cevap verdi:
-‘İslamlığın terakkiye mani olduğu kanaati!..İslam kaldıkça yüzümüze kimsenin bakmayacağı kanaati.’(...)Ben şu mütalâa da bulundum:
-‘Eskiden beri dinler, aşağı-yukarı, bazı terakki adamlarına engel olmuştur. Fakat, İslamlığın terakkiye mani olduğu Avrupa diplomatlarının uydurmasıdır.(...) Bence İslam kalırsak mahvolmayız; tersine, yaşarız; hem de yakın tarihlerdeki misalleri gibi, itibar görerek yaşarız; icabında müttefikler bularak yaşarız! (...)
Bu sefer de Fethi Bey (Okyar) söze karışarak gayet mütehakkim bir eda ile dedi ki:
-‘Evet Karabekir, Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar ve İslam kaldıkça da, bu halde kalmaya mahkumdurlar!’...” 26

Türkiye’deki bu bürokrat Kemalist kesim, “bu sınıf, kendi çıkarlarına karşıt bütün fikirleri reddediyor. Şayet böylesine fikirler mevcutsa, sahiplerini yaşatmamak için her türlü vasıtayı mübah sayıyor. Bundan böyle rahat yaşayabilmek ancak sömürü düzeninin bir vidası olmakla mümkün.”27 Tektürdenleştirici, ve Tek ve Aynı ol(dur)ma isteğinin dışa vurumları bunlar. Halkçılık, ‘halk için halka rağmen’ formülüyle ifade edilmiş; halkın siyasal hayata katılması açısından Türkiye Büyük Millet Meclisi (Cumhuriyet Halk Partisi)28 yeterli görülmüştür. Siyasal düzlemde, daha 1935’te ulus tümüyle tek partinin doğal üyesi, kabul edilir. Memurların siyasi dernek ve kulüplere girmelerini yasaklayan hükmün Memurin Kanunu’na konulması sırasında, tereddüte düşenlere M. Kemal şöyle karşılık verir: “...Memurların politik derneklere girmesindeki amaç onların benim partimden başka bir partiye girmesi demektir. Bu bakımdan bu madde hatta yaralıdır ve kesinlikle değiştirilmemelidir.” 29

Partinin 1938’deki olağanüstü kurultayında dönemin ideologlarından M. E. Bozkurt şunları söyler: “Modern demokrasilerin babası sayılan J. J. Russo bile partilerin taaddüdünü demokrasi için hayırlı bulmaz. Muhtelif partileri halkın samimi kanaatlarının ve millet iradesinin tezahüründe tamamiyle bir engel telakki eder.” 30 Mehmet Altan bu girişimleri şöyle yorumlamaktadır: “Yetiştirilmesi amaçlanan bu insan tipi ömrünü çoktan tamamlamış olan, ansiklopedilerin ‘Altı Ok’ ya da ‘Kemalizm’ diye tanımladıkları ‘******çülük’ karşısında pençe divan duracak, hatta ******çülüğü hayat tarzı olarak benimseyecekti...Bu nedenle ‘öğrenmeyi öğrenen’ yeni öğrenciler bile ‘demokrasiye’ değil 1923 şartlarının rejimine ‘kilitli’ hale geliyordu” 31

1 (“Şerafettin Dönmez,******’ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı,181”)

2 (“Fikriyat Dergisi, Mustafa Özel, C.1, S.11”)

3 (“Hannah Arendt,Totalitarizmin Kaynakları,C.1,Sh.25”)

4 (“******’ün Söylev ve Demeçleri,I,196-197”)

5 (“L. Kinross,******,309”)

6 (“Osman Okyar, Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar'ın Anıları –******, Okyar
ve Çok Partili Hayat-,98”)

7 (“Erdem ****** Kültür Merkezi Dergisi, ****** Özel Sayısı,C.1,Sayı 12,Eylül 98,sh.911”);(“Mustafa Kemal ******,Bursa Konuşması,22 Ocak 1923”); (“Avni Doğan,Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası,165”)

8 (“Armstrong, Bozkurt, s153-154”)

9 ("Halide Edip Adıvar,Türk'ün Ateşle İmtihanı,227")

10 (“******çülük,II. Kitap,181”)

11 (“F.Perrone Di San Martino,Ön Asya Diktatörü Mustafa Kemal ve Zaferleri,X”)

12 ("M. Philips Price, A History Of Turkey,134'ten naklen M.Tunçay,Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetimi'nin Kurulması,171/dipnot 63")

13 ("M.Tunçay,Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetimi'nin Kurulması,103; E.Jan Zürcher,Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,78; Falih Rıfkı Atay, Çankaya,395")

14 ("E.Jan Zürcher,Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,183")

15 (“Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 521”)

16 ("Ş.Süreyya Aydemir,İkinci Adam,I,287")

17 ("Ş.Süreyya Aydemir,İkinci Adam,I,379")

18 ("Ş.Süreyya Aydemir,İkinci Adam,I,274")

19 (fahrettin altay, '10 yıl savaş ve sonrası / görüp geçirdiklerim'. s. 493/494, insel yayınevi, 1970.)

20 (“İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması,86-87”)

21 (“Ş. Süreyya Aydemir, İkinci Adam,C.2,Sh.51,52,57”)

22 (“Taha Parla, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları,C1,54-55”)

23 (“Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması, 174”;
Ergun Aybars,İstiklal Mahkemeleri,I,95”) 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu davranışı deyimleştirdi: “Devlet ritunun dışına çıkabilir.”

24 (“Ali Osman Eğilmez, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, 175-176”)

25 (“Şevket Süreyya Aydemir,İktisat Dergisi,Sayı 274,Eylül 87,sayfa 29”)

26 (“Recep Peker, İnkılap Dersleri Notları 7-8”) ayrıca (“Cengiz Aktar, Türkiye’nin Batılılaştırılması, 91-92”) ve (“Baskın Oran, Türk Milliyetçiliği,210,dipnot:455”)

27 (“Mehmet Barlas,Güneş,14 Mayıs,1987’den naklen Ali Bulaç,Gündemdeki Konular-Modernizm,İrtica,Sivilleşme-70-71”)

28 (“Kazım Karabekir,Paşaların Kavgası,145-146”)

29 (“Hasan Cemal,Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım,141”) Bu satırların yazarı da kaderin cilvesi olsa gerek, bugün düzenden son derece memnun, bunda paşa torunu olması, kendi deyimiyle belki dönek ama “kaldı ki değişmeyen yok! sh.64” ve düzenin vidası olması gibi etkenler aktif rol oynuyor.

30 C.H.P.’nin 1935 yılı Parti Tüzüğü’nün 7. maddesinde şöyle denmektedir: “Parti henüz siyasa ile uğraşmak çağına girmemiş bütün Türk gençlerini Partinin tabii adayı sayar.” (“Büşra Ersanlı Behar,İktidar ve Tarih,166”)

31 (“M. Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet,191-192”)

32 (“Cengiz Aktar, Türkiye’nin Batılılaştırılması,93”)

33 (“Mehmet Altan, Sabah Gazetesi,13.1.1998”)

* Müellifin Müslüman tanımlaması kendi itikadıncadır. Müslüman olduğunu iddia eden kimseler şeklinde yorumlamak daha anlaşılır bir ifade sunmaktadır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://miger.yetkin-forum.com
 
Kemalizmin Dinleştirilmesi Tarihi:
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
özgür düşünce platformu :: Tarih :: Yakın Tarih-
Buraya geçin: