özgür düşünce platformu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

özgür düşünce platformu

özgür düşüncelerin konuştuğu & tabuların yıkıldığı platforum
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 DİNLERARASI DİYALOG, SAF BİR PROJE Mİ?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ehli tevhid
Admin
Admin
ehli tevhid


Mesaj Sayısı : 115
Yaş : 34
Nerden : konya
Kişisel mesaj : Direnişlerle Gelir Özgürlüğüm
Kayıt tarihi : 12/04/08

DİNLERARASI DİYALOG, SAF BİR PROJE Mİ? Empty
MesajKonu: DİNLERARASI DİYALOG, SAF BİR PROJE Mİ?   DİNLERARASI DİYALOG, SAF BİR PROJE Mİ? Icon_minitimeÇarş. Nis. 16, 2008 2:32 am

Peki bütün bu olgulara gerçeklere rağmen, diyalogun samimi olmayacağı açığa çıkmış olmuyor mu? Zaten samimi olmadıkları, yaptıkları beyanlardan da anlaşılmaktadır. Örneğin Fethullah Gülen hoca efendi samimiyetle El Kaide’nin eylemlerini kınarken, Patrik Bartelemoeus, Hahambaşı İshak Haleva, ya da dünya ölçeğinde Papab açıktan, yani resmi anlamda İsrail’in ve Amerika’nın İslam dünyasındaki vahşetlerini asla kınamamışlardır. Lütfü Özşahin, Milli Gazete




~ * ~

Dinler arası diyalog üzerine bir derkenar

"Sen milletlerine (dinlerine) tabi oluncaya kadar Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar." Bakara 120

Diyalog, kelime olarak pozitif bir anlam taşımaktadır, Grekçe “dialogos” Latinceye “dialogus” sohbet etme anlamında geçmiştir ve nihayet diyalog, bireyler ve toplumlar arasında ya ekonomik, ya psiko-sosyal, ya da kültürel, ekonomik ve politik düzeyde olur. Diyaloğun mutlaka çıkar gözetmemesi ön şart değildir. Zira, diyalogda bulunan kesimlerin elbette bir birilerinden bekleyecekleri, bir takım çıkarları, taktik ve stratejik hedefleri söz konusu olacaktır. Yani diyalog sadece tanımaya yönelik bir anlam taşımamaktadır.

İşte bu nedenledir ki, 1962-1965 tarihleri arasında 141 ülkeden 2860 kadar temsilcinin katılımı ile gerçekleşen İkinci Vatikan Konsili, üç yıl içerisinde önemli kararlar aldı. Bu kararların en önemlisi şüphesiz “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryasının” kurulması idi.

Artık Papa 23. John, Asya kıtasının hıristiyanlaştırılması zamanının gelip geçmekte olduğuna inanıyordu. Fakat bu nasıl yapılmalıydı, zira daha önce denenen metodlar esas olarak misyonerliği içinde barındıran bilim kisveli yöntemlerdi; çok büyük çabalara rağmen istenilen sonuçlar alınamamıştı. Örneğin Oryantalism, (Doğu bilimcilik, özelde İslam dünyası), Evangelion (müjdeyi, yani İncil’i yayma), Proclomation (İsa Mesih’in Tanrılığını ve Kutsal Ruh olduğunu açığa vurma, davet), Witness (İsa’nın Tanrı oğlu olduğuna şehadet etme) tüm bu metod ve kavramsallaştırmaların misyonerlik faaliyetinden, yine sömürgeciliğin ve emperyalizmin keşif kolu olarak çalışmaktan başka bir şey olmadığını anlamak, Hristiyan olmayanlar için zor olmadı.

Durumu iyi analiz eden Vatikan, artık diyalog yolu ile hırıstiyanlaştırma faaliyetine girecekti. Zira, diyaloğa kapı aralayan İkinci Vatikan Konsili’nin kilise ile ilgili olan Üçüncü Bölümünde (Lumen Gentium, İnsanların ışığı) şöyle denilmektedir ki, bu diyalogdan Vatikan’ın ve hıristiyanların ne anladığının en büyük delilidir: “Nihayet İncil’i henüz kabul etmemiş olanların, çeşitli biçim ve şekillerde Tanrı’nın Halkı’na katılmaları için yola koyulmaları öngörülmüştür. Ancak Tanrının Kurtuluş Yasası Yaratıcıyı tanıyanların hepsini İbrahim peygambere inanıp, bizimle beraber tek tanrıya inanan Müslümanları da kapsamaktadır. Kilise, Tanrının şerefini yükseltmek ve bütün bu umutsuz (hıristiyan olmayanların, Müslümanlar gibi) insanların kurtuluşunu gerçekleştirmek için Efendimizin Tanrının oğlu İsa’nın “her yaratığa İncil’i vaaz edin” (Markos, 16-16) şeklindeki buyruğunu daima hatırlayarak, özenle İncil’in yayılmasını amaçlayan misyonlarını kalkındırmakta ve sonuna kadar desteklemektedir.”

“Extra ecclesiam nulla salus”

Diğer taraftan, diyaloğun başlatıcılarından 5. Paul da İkinci Vatikan Konsili’nde, diyaloğun gerçek amacı konusunda, konsil üyelerine şöyle seslenir: “İncil, her yaratığa İncil’i vaaz için tüm dünyaya yayılın der; ben ise buna şunları da ilave ediyorum: Misyonerlik için yeni yollar hazırlamak, yeni yöntem ve vasıtaları gözden geçirmek, yeni aksiyonlar, enerjiler meydana getirmek gerekir.”

Ve sonunda diyalog ekibi hemen göreve başladı, önce Kardinal Marella, sonra sırası ile Kardinal Pignodelli, M. Jadot, Kardinal Arinze diyalog şemsiyesi altında misyon faaliyetlerine başladılar.

Evet, Vatikan’ın diyalogdan anladığı kelimenin tam anlamı ile budur. Öyle ki, evliliklerde bile artık Papalar devreye girmektedir. Zaten Benedictus’tan önce Mardin’de diyalog toplantısı yapılırken, tam da o gün Papa İkinci Jean Paul, tüm hıristiyanları Müslümanlarla evlenmemeye, eğer evlenmek zorunda kalırlarsa çocukları mutlaka hıristiyan yapmaya çağırdı. Biz de hıristiyanlarla evlenmeye özendirilmesinin aksine. Aslında hristiyan diyalogcular bir bakıma haklılar, çünkü kilise dogmasına göre, “extra ecclesiam nulla salus.” (Kilise dışında hiçbir hakikat yoktur.!)

Öyleyse Mesih İsa’dan sonra gelen tüm dinler rafizi, yani sapkındır. Hiçbir diyalogcu kilise mensubları direkt söylemezler ama asla İslam’ı vahyi bir din, Hz. Muhammed’i Allah’ın Peygamberi olarak kabul etmezler. Zira kabul ettiğinde, tanrı oğlu Mesih’in bir anlamı kalmaz. Zaten İslam gibi bir din, Hz Muhammed gibi bir peygamber gönderilseydi, Baba Oğul’a, Oğul Havarilere, Havariler de Kiliseye bildirirdi. Bundan dolayı dikkat edilirse, hiçbir diyalog toplantısının sonunda, Kur’an’a, İslam’a, Hz. Muhammed’e atıf yoktur. Çünkü bu hıristiyan dogmaya aykırıdır.

Bırakın İslam’ı, Vatikan, hıristiyanlık içindeki Metodisler, Mormonlar, Albililer, Üniteryenler, Presbiteryenler, Ebionitler gibi mezhebleri bile kafir ilan etmiştir. Yani ne kadar diyalogda olsak bile, bir hıristiyan yüzümüze maslahat gereği söylemese bile, her zaman bilinç altında sapkın bir dine inandığımızı asla unutmayacaktır. Onlar için İslam vahyi değil, sadece sosyolojik anlamda bir dindir. Düşünün, sapkın birisi ile hakikati temsil ettiğine inanan birisinin diyaloğu ne derece sağlıklı olur? Ama bir Müslüman için burada hiçbir takiyye yoktur. Çünkü İslam, hıristiyan ve yahudileri Ehli Kitap kategorisine koyar, yani onlar Teslis inancında ısrar etmedikleri sürece kafir değildirler. Ama Müslümanlar, Hz. İsa’nın “logos” olarak yeryüzünde Baba’nın (Tanrı) İsa’nın bedenine bürünmüş ilah olduğunu reddettikleri için, kesinlikle kilise dogmasına göre sapkındırlar, yani kafirdirler.

Örneğin oryantalistlerin en ılımlısı olan M. Watt bile, İslam’ın Vahyi bir din olduğunu tam olarak itirafa yanaşmamıştır. Hatta Watt’a göre, hıristiyanlar arasında peygamberimizin en yaygın ismi şeytanla özdeş olarak kullanılan “Mahound” kavramıdır. Yani Hz. Peygamber, hıristiyanlara, özellikle Luther ve Evangelistlere göre anti-christtir. Yani, haşa, şeytandır.

Bundan dolayıdır ki, Bush’un dini konulardaki en yakın danışmanları olan Pet Robertson ve papaz Jerry Falwel Graham İslam’ı şerir bir din, Peygamberimizi de gözü dönmüş fanatik olarak nitelendirmektedirler. Burada denilebilir ki, efendim, biz diyaloğu işte bunun için yapıyoruz. Yani bizim amacımız İslam’ın Batı’daki bu pejoratif imajını düzeltmek, barışı sağlamak ve Batılılara İslam’ı öğretmektir.

Hemen belirtelim ki, bu saf niyetli yaklaşımlar, dış gerçekliği olmayan farazi bir iddiadan başka bir şey değildir. Neden?

Birincisi; diyaloğun Vatikan tarafından resmen yürürlüğe koyulmasından itibaren yapılan araştırmalara göre, İslam’ın imajı daha da kötüleşmiştir. Ve bizzat fanatik hıristiyanlar tarafından kasıtlı olarak terörle özdeşleştirilmiştir. İşin ilginç yanı, diyalog kararına rağmen İslam aleyhine olan kampanyalar da papazlar, piskoposlar ve kardinaller daha da etkin rol oynamaktadırlar.

İkincisi; “biz onlara İslam’ı öğretiyoruz” koca bir yalandır. Zira Batılılar, İslam’ı bizden daha iyi bilmektedirler. Özellikle hıristiyan diyalogcular. Örneğin hiçbir diyalogcu arkadaşımızın tasavvuf bilgisi L. Masignon, Titus Buchart’tan iyi değildir. Yine İslam felsefesi bilgileri H. Corbin’den, İslam medeniyeti araştırmaları H. Gibb’den, Kur’an Çalışmaları T. Nöldeke ve İ. Goldziher’den, Ortadoğu Ve İslam Tarihi çalışmaları B. Lewis’ten, İslam Bilim çalışmaları, Helmut Ritter’den daha iyi değildir. Denilebilir ki, bunların bir çoğu vefat etti, bu iddia da yersizdir. Hayır, onların yetiştirdiği yüzlerce öğrenci ve akademisyen, İslamic Research Center (İslam Araştırmaları Merkezi) şemsiyesi altında İslam’a ve Müslümanlara ilişkin eserler vücuda getirmektedirler. Yani bizden İslam’ı öğrenmeye ihtiyaçları yok.

Dinler arası diyalog, saf ve temiz bir proje değildir

Üçüncüsü, barışı korumak, bu da sureti haktan bir iddia.

Hangi diyalog toplantısının Batı’nın, dolayısı ile hıristiyanların, Irak, Bosna, Sudan, Çeçenistan, Kosova, Telafer ve hakeza Filipinler ve Filistin’deki katliamları önlemede etkisi olmuştur?

Hangi diyalog toplantısında Kur’an’ın tuvaletlere atılması, bizzat Bush’un danışmanlarının İslam’a ve Efendimize yönelik meşum hakaretleri kınanmıştır. Bu ne biçim bir diyalogdur Allah aşkına!

Neden özellikle diyalog toplantılarında Peygamberimiz ve Kur’an dışlanır? Zaten bu bir diyalog değil, kelimenin tam anlamı ile hıristiyanlığın ve Greko-Romen değerlerin propogandasının yapıldığı bir monologdan başka bir şey değildir.

Müslüman katılımcılar da “figüran” olarak yerlerini almaktadırlar, o kadar. Zaten diyaloğun “teorisyeni” kardinal Arinze bu konuda şöyle der: “Kutsal yolcu olarak kilise, öteki dinlere mensup insanlarla sürdürdüğü diyaloğun, kurtuluş diyaloğu olduğunun bilincinde olmalıdır.” [Yani sapkın kabul edilen Müslümanları son kurtuluşa erdirmek.]

Demek ki, diyalog, kendisine değer verdiğimiz Hayrettin Karaman hocamızın zannettiği gibi saf ve temiz bir proje değildir. Olamaz da. Özellikle teoloji-ilahiyat alanında hiç olamaz. Zira hıristiyanlar “teslis” inancından vazgeçemeyeceklerine göre ve yine Kur’an’ın “Allah üçün üçüdür diyenler kafir olmuşlardır” ayeti değişmeyeceğine göre, bütün bu diyalog toplantıları samimiyetten uzak kalmaya mahkum olacaklardır. Zaten Arinze ve Karl Barth gibi zevat diyaloğun mutlak anlamda “misyon” ve “davet” (mission and proclamations) temeli üzerinde olması gerektiğini açıkça yazmakta ve konuşmaktadırlar.

Müslümanların diyalogu, tevhid ve tebliğ merkezli olmalıdır

İslam tarihinde elbette Peygamberimizin, Sahabilerin, halifelerin ve Müslüman alimlerin hıristiyan, yahudi, mecusi vs. gibi din mensupları ile diyalogları olmuştur. Ancak bu diyaloglarda İslam’ın özellikle “tevhid” noktasında kendilerine yönelttiği eleştiriler gizlenmediği gibi, İslam’ın bütünsel anlamından ve “tebliğ” faaliyetinden asla taviz verilmemiştir.

Örneğin, Peygamber Efendimizin, dönemin en büyük imparatorluğunun reisi olan Heraklius’a yazdığı mektuptaki uslup ve azamet; bizim diyalogcuların kullandığı üslup ve retoriğe benziyor mu?

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın kulu ve Resulü olan Muhammed’den Rumların büyük reisi Heraklius’a... Hidayet’e ve hakka ittiba edenlere selam olsun. İlan ederim ki; seni tam bir İslami davetle İslam’a çağırıyorum. Müslüman ol, selamet bulursun. Müslüman ol ve Allah sana iki kat ecrini verir. Eğer yüz çevirirsen, tebaanın günahı senindir.” (Bakınız: Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I/219)

Dikkat edilirse, Peygamberimiz bu mektubu kaleme aldırırken, İslam Arap Yarımadasının dışına çıkmadığı gibi, Müslümanların sayısı da milyarın üstünde değildir.

Şimdi diyaloğun neden samimi olamayacağına ilişkin bir örnek daha verelim: Bir Müslümanın, bir Bahai yahut Kadiyani ile diyalogu samimi olabilir mi? Eğer Kur’an’a tam bağlıysa, asla samimi olmaz. Çünkü samimi olabilmesi için, Hz. Muhammed’den sonra Hüseyin Mirza Ali’nin, yahut Gulam Ahmed’in Allah tarafından gönderilen Peygamber olduğunu kabul etmesi veyahut en azından ima etmesi gerekir. Peki bu mümkün mü? Kesinlikle mümkün değil, çünkü, İslam ortodoksisine göre (Ehli Sünnet) onların statüsü, tıpkı yalancı peygamberlerden biri olan Müseylemetül Kezzab, Esved el Ansi ve Tüleyha gibidir. Aynı yargı bir yahudi ve hıristiyan arasındaki diyalogda da geçerlidir. Zira Ortodoks-Rabbinik bir yahudi için henüz Mesih gelmemiştir, son Peygamber de Malakidir. Öyleyse İsa, tıpkı Sabatay Sevi gibi, en büyük sahte Mesihtir ve bundan dolayıdır ki, özellikle katolikler için kahudiler “teosid” dir. ( Yani Tanrı katilidir)

Sinsi planlar ve etnik kimliklerin öne çıkarılması

Peki bütün bu olgulara gerçeklere rağmen, diyalogun samimi olmayacağı açığa çıkmış olmuyor mu? Zaten samimi olmadıkları, yaptıkları beyanlardan da anlaşılmaktadır. Örneğin Fethullah Gülen hoca efendi samimiyetle El Kaide’nin eylemlerini kınarken, Patrik Bartelemoeus, Hahambaşı İshak Haleva, ya da dünya ölçeğinde Papab açıktan, yani resmi anlamda İsrail’in ve Amerika’nın İslam dünyasındaki vahşetlerini asla kınamamışlardır.

Hatta Papa İkinci Jean Paul, Ermeni Patriği İkinci Karakin ile görüşmesinde, Türkiye’yi yirminci yüzyılda en büyük soykırımlardan birisini yapmakla suçlamış ve yine Med Tv’nin yayınları için, yer ve frekans temininde yardımlarını esirgememiştir. Bizim aklı evvel bazı gazeteciler ve diyalogcular dediler ki, efendim Papa yanıldı veyahut yanıltıldı. Tabii bu bir cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü Hıristiyan dogmasına göre, Papa yanılmaz da, yanıltılamaz da. Zira Papa’nın infallible [Yanılmaz] sıfatı vardır.

Nerede diyalogdaki samimiyet?

Sonuç olarak, Dinler arası diyalog toplantıları, sinsi hıristiyanlaştırma, etnik kimlikleri ön plana çıkarma, İslam’ı bir nevi protestanlaştırma ve alinasyon (yabancılaştırma) planlarını bünyesinde taşıyan postmodern bir misyon hareketidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://miger.yetkin-forum.com
 
DİNLERARASI DİYALOG, SAF BİR PROJE Mİ?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
özgür düşünce platformu :: Güncel :: Siyaset ve komplo Teorileri-
Buraya geçin: